Dolar
32.46
Euro
34.62
Altın
2,391.20
ETH/USDT
3,056.80
BTC/USDT
64,092.00
BIST 100
9,693.46
Analiz

Myanmar’da darbenin ardından demokratikleşme sürecini bekleyenler

Myanmar’da Suu Çii liderliğindeki hükümete karşı yapılan 1 Şubat askeri darbesi, 2015’ten bu yana zaten ağır adımlarla ilerleyen demokratikleşme sürecini akamete uğrattı.

Ömer Faruk Yıldız  | 09.02.2021 - Güncelleme : 09.02.2021
Myanmar’da darbenin ardından demokratikleşme sürecini bekleyenler

İstanbul

Bağımsızlığından bu yana siyasi istikrarsızlık, iç çatışma ve etnik sorunların eksik olmadığı Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar’da, uzun süren askeri yönetimin ardından ordudan bağımsız ilk sivil idare olarak görülen Aung San Suu Çii’nin önderliğindeki Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) iktidarını deviren 1 Şubat askeri darbesi, ülkede 2015’ten bu yana zaten ağır adımlarla ilerleyen demokratikleşme sürecini akamete uğrattı.

İcraatta önceki yönetimlerden büyük farklılıklar göstermemiş ve özellikle Arakan’da yaşanan dehşet verici insani krize yaklaşımıyla hayal kırıklığına yol açmış olsa da Suu Çii’nin iktidarı, ülkedeki sivilleşme süreci açısından kritik önem taşıyordu.

Suu Çii ve beraberindeki hükümet yetkililerinin sabah vakti beklenmedik bir şekilde gözaltına alınmasının ardından ordunun yönetime el koyup askeri idareyi uzun süre sonra Myanmar’a geri getirmesi, 2015’te başlayan tam demokratikleşme ve reform sürecinin 2020 seçimlerinden sonra da devam edeceğine yönelik umutları boşa çıkardı.

Darbeden önce siyasette kısa süreli sivilleşme tecrübesinde yaşananlar hatırlanırsa, aslında demokrasi ve reform umutlarını söndüren tek unsur Myanmar ordusu değildi. Çok iddialı reform vaatleriyle iktidara gelen Suu Çii ve ekibinin de Myanmar’daki demokrasi umutlarının boşa çıkmasında hatırı sayılır payı vardı.

Suu Çii yönetiminin zayıf demokrasi karnesi

Suu Çii’nin sadece Myanmar’da değil, kendisini demokrasi kahramanı olarak vasıflandıran Batı ülkeleri nezdinde yarattığı en büyük hayal kırıklığı, 2017'de Arakan’da yaşanan dehşet verici insani krize yaklaşımı oldu. Arakan’daki Müslümanlara karşı silahlandırılmış fanatik Budist grupların orduyla el ele vererek uyguladığı etnik temizliğe sessiz kalmak bir yana, bu yaşananları “ordu ile isyancılar arasında çatışma” şeklinde niteleyip adeta Myanmar ordusunu savunması Suu Çii’ye asla geri getiremeyeceği bir itibar kaybı yaşattı. 

Suu Çii’nin Çin ile yakın ilişkileri ve Myanmar’daki sivil yönetim süresince Çin’in ülkedeki ekonomik nüfuzunu kaybetmemiş olduğu hakikati, bu darbenin ordu ile Suu Çii arasındaki iç hesaplaşmanın bir sonucu olarak yapıldığı ihtimalini güçlendiriyor.

Arakan’daki krizin uluslararası boyuta taşınmasıyla Myanmar’daki insan hakları meselesi görünür oldu. Zira Suu Çii iktidarı döneminde sorunları çözülememiş etnik gruplar birden fazlaydı. Tıpkı Arakanlı Müslümanlar gibi kültürel ve dini asimilasyona maruz kalan Hristiyan Chinler ve bugün bir kısmı hala Myanmar-Tayland sınırındaki mülteci kamplarında yaşayan Karenler de kendilerine 2015 seçimlerinden önce vaat edilen reformlardan nasiplenemediler. Suu Çii’nin -belki ordunun baskısından korkarak- gerçekleştirmediği etnik azınlık reformları, 2020 seçimlerinde de bu azınlıkların büyük oranda NLD’ye desteklerini çekmesi şeklinde tecelli etti.

Myanmar ordusunun 2008 anayasası gereği parlamento ve senatoda yüzde 25 sandalye hakkına sahip olması, kabinedeki 3 bakanlığın ordu tarafından atanması ve ordunun, ülke çoğunluğunu oluşturan Bamar etnik grubu ile Budizmin baskınlığını koruma hususunda katılığı göz önünde bulundurulunca, Suu Çii’nin bu alandaki reformlarda başarısızlığı bir yönüyle mazur görülebilirdi. Keza 2015 seçimlerindeki mutlak iktidarına rağmen eşinin yabancı olduğu gerekçesiyle resmi olarak devlet başkanlığı yapamaması, önünde engel teşkil ediyordu.

Lakin Suu Çii yönetiminin, ordunun siyasetteki baskınlığından bağımsız hataları da yok değildi. Bundan önceki askeri veya asker kontrolündeki sivil yönetimlerde yolsuzluk ve liyakatsiz görevlendirmelere karşı ağır eleştirileriyle bilinen Suu Çii, ülkenin fiili lideri olarak göreve geldikten sonra yaptığı kabine atamalarında çok farklı bir tutum izlemedi. 2016’daki kabine atamalarında alanında uzman, teknokrat isimlerin yerine, NLD ve Suu Çii’ye mutlak sadakat besleyen isimler seçildi. 2015’ten bu yana iki bakanın evrakta sahtecilik, bir bakanın da yolsuzluk yaptığının tespit edilmesi, Myanmar’ın ilk demokratik iktidarındaki kronizm örneklerinden bazılarıydı.

Reuters çalışanı iki gazetecinin, Ağustos 2017’de 10 Arakanlı Müslümanın Budist militanlar tarafından katledilmesine ilişkin yaptıkları haberlerden ötürü Devlet Sırları Kanununu ihlalden gözaltına alınmaları, göreve gelmeden önce ülkesinde ifade ve basın özgürlüğü olmadığından şikayet eden Suu Çii’nin bu konudaki samimiyetini sorgulatır nitelikteydi.

Suu Çii ve NLD iktidarının bütün olumsuzlukları ve yarattığı hayal kırıklıklarına karşın, bu hataların hiçbirinin darbeye meşruiyet kazandıramayacağını belirtmek gerekir. Her ne kadar uygulamada kendilerinden önceki yönetimlerden büyük farklılıklar gösterememiş olsa da Suu Çii’nin iktidarı, ülkedeki sivilleşmenin öncüsü olarak Myanmar için kritik önem arz ediyordu.

Askeri darbede Çin’in rol oynadığı iddiaları

Ülkenin siyasi tarihindeki üçüncü askeri darbe olan 1 Şubat hareketinin hangi sebeplerle yapıldığı ve bundan sonra Myanmar’da demokrasinin akıbetinin ne olacağı, uluslararası kamuoyunda en çok tartışılan meseleler arasında. Darbenin sebepleriyle başlamak gerekirse, ordunun açıklamasında, 8 Kasım 2020 seçimlerinde hile yapıldığı iddialarına cevap olarak bu darbenin yapıldığı kaydedildi. Lakin 5 yıldır süren ve Myanmar’ın tarihinde belki de en önemli dönüm noktası olabilecek demokratikleşme sürecini bir günde alt üst eden bu müdahalenin seçim hilesi üzerine vuku bulmuş olduğu makul bir izah değil.

Myanmar’ın ulusal iradesini tam olarak yansıtamamış olmasına rağmen 8 Kasım seçimlerinde, sonuçları büyük oranda manipüle edecek türden bir hilenin yapıldığı ispatlanmış değil. Suu Çii iktidarının, güvenlik sorunlarını gerekçe gösterip etnik azınlıkların bulunduğu 9 bölgede sandıkları iptal ederek 1,5 milyon seçmenin oy kullanma hakkını dolaylı olarak önlemesi, seçimlerin adil koşullarda yapılmadığı eleştirilerini tetikleyebilirdi. Fakat 1990’dan bu yana katıldığı her seçimde en az yüzde 80 oy elde eden NLD’nin, bazı etnik grupların desteğini kaybetmiş olmasına rağmen bu seçimleri de açık ara farkla kazanacağı aşikardı.

Ordunun desteklediği ana muhalefet konumundaki Birlik İçin Dayanışma ve Kalkınma Partisinin (USDP) seçimlerde hile yapılmış olsun veya olmasın, NLD’ye karşı en ufak bir şansı yoktu. Zira ordunun darbeyi ilan ederken yaptığı resmi açıklamadaki “seçim hilesi” beyanında kastedilen şey, bazı etnik azınlıkların seçimden dışlanması meselesi değil, oy sayımlarında bazı oyların ikişer veya üçer defa sayıldığına dair USDP’nin dile getirdiği fakat ispat edemediği iddialardı. Dolayısıyla ordunun darbe için sunduğu gerekçenin mesnetsizliği, bu müdahaleye sebebiyet veren şeyin basit bir seçim hilesi iddiasından daha fazlası olduğu fikirlerini güçlendirdi.

Dünya basınında yer alan bazı makalelerde 1 Şubat darbesi, Myanmar’daki ABD ve Çin rekabeti üzerinden değerlendirildi. Bu darbeyle Çin’in Myanmar’daki ekonomik ve siyasi nüfuzunu teminata aldığı, bundan önce birçok ülkede uyguladığı gibi Myanmar’a da kendi usulleriyle “demokrasi” getirmeye çalışan ABD’ye karşı bir güç gösterisinde bulunduğu şeklinde fikirler beyan edildi. Darbenin ilk gününden bu yana Çin’in herhangi bir kınama açıklaması yapmaması ve 2 Şubat’ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) toplantısında darbeyi kınamayı öngören ortak açıklamayı Rusya ile beraber veto etmesi, darbede Çin’in doğrudan veya dolaylı bir tesiri olduğu şüphelerini artırmış olabilir.

Somut gerçek ve olgular ekseninde değerlendirildiğinde ise Çin’in bu darbeyi herhangi bir şekilde desteklediğine dair elde bir kanıt bulunmuyor. Bunun aksine, Kuşak ve Yol Projesinin Güneydoğu Asya’daki en kritik durağı olan Myanmar’da Çin’in altyapı, inşaat ve yeraltı kaynakları çıkartma gibi milyar dolarlık yatırımlarının bulunduğu düşünülürse, ülkenin istikrarını tehlikeye atabilecek darbe gibi riskli bir hamleyi Çin’in destekleme ihtimaline şüpheyle yaklaşılabilir. Darbeyi kınayan bir açıklama yapmaması, Çin’in bu müdahaleyi mutlak suretle desteklediği anlamına gelmiyor. Dış politikada kendi ekonomik ve siyasi menfaatleri haricinde şimdiye kadar başka bir kriter benimsediği görülmeyen Çin’in Myanmar’daki darbeye tepkisizliği, yeni rejimle arayı bozup bölgedeki yatırımlarını riske atmama kaygısı olarak da yorumlanabilir. Zira bundan başkasını işaret eden ve kamuoyuna yansıyan bir durum yok.

Myanmar ordusuyla yakın ilişkilerine binaen Çin’in, Suu Çii iktidarından rahatsızlık duyduğu için 1 Şubat darbesini desteklemiş olabileceği görüşleri de mevcut. Fakat Suu Çii’nin iktidarı dönemindeki Çin politikası incelendiğinde, Pekin'in bu minvalde bir rahatsızlığı olduğuna kanaat getirmek zor. Myanmar’ın Kuşak ve Yol Projesine resmi olarak dahil edilmesi, Çin’in Bengal körfezine açılması için kritik önem taşıyan Muse-Kyaukphyu demiryolu projesinin yeniden canlandırılması ve Myanmar’ın Kyaukphyu kıyısında Çinli firmaların yatırımıyla özel ekonomik bölge kurulmasının kabulü gibi dev anlaşmaların hepsi, NLD’nin iktidarı döneminde imzalandı. Esasında Suu Çii, Çin’e karşı mesafeli bir politika izlemek şöyle dursun, özellikle 2017’deki Arakan krizinin ardından Batı ülkeleri nezdinde itibar kaybına uğraması üzerine Çin ile samimiyetini artırmıştı bile. ABD başta olmak üzere kendisine umut bağlayan Batı ülkeleri, Arakan krizi karşısında tepkisizliği üzerine Suu Çii’ye sırt çevirirken, bu tür insani krizleri Myanmar ile gelişmekte olan ilişkileri için mesele etmeyen Çin’in ise Suu Çii’ye kapısı her daim açıktı.

Sonuç olarak Suu Çii’nin Çin ile yakın ilişkileri ve Myanmar’daki sivil yönetim süresince Çin’in ülkedeki ekonomik nüfuzunu kaybetmemiş olduğu hakikati, bu darbenin ordu ile Suu Çii arasındaki iç hesaplaşmanın bir sonucu olarak yapıldığı ihtimalini güçlendiriyor.

Myanmar’da demokrasinin geleceği

Yıllar sonra kısmen kazandığı demokrasi mücadelesi boşa giden Suu Çii’yi bu darbeden sonra nasıl bir akıbetin beklediği ise merak konusu. Toplumları baskı altına almaya çalışan demokrasi dışı sistemlerin 21. yüzyılda sürdürülemeyeceğini herkes gibi darbeyi yapan Myanmar ordusu da biliyor. Darbenin ardından başlayan sivil itaatsizlik eylemleri ve sosyal medyanın yasaklanmasına rağmen organize edilen geniş çaplı protestolar, Myanmar’ın artık eski Myanmar olmadığını gösterir nitelikte.

ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin darbeden dolayı Myanmar’a yaptırım açıklamalarını da dikkate alarak, cuntanın bu seferki iktidar macerasını çok uzun sürdürmeyeceği düşünülebilir. Nitekim askeri yönetim, bir sene sonra demokratik seçimlere gidileceği sözünü verdi.

Askeri yönetimin bu konudaki sözünü tutup seneye seçimlere gidilmesi halinde, ülkede sivil siyasetin tek temsilcisi konumundaki NLD’nin yeniden iktidara geleceği öngörülüyor. Fakat bu sefer sivil iktidarı temsil edecek liderin Suu Çii olup olmayacağı kesin değil. Zira Suu Çii’yi hala gözaltında tutan ve bu süreyi uzatabilmek için her türlü hukuki gerekçeyi kullanmaya çalışan cunta, reformist liderin bundan sonra siyaset yapmasına müsaade edecek gibi durmuyor. Suu Çii de bir yandan ordunun baskısından yıpranmışlık, diğer yandan uluslararası camiada yaşadığı itibar kaybıyla, siyasete yeniden dönse bile eski etkinliğini bulamayacağının farkında. Bu sürecin ardından NLD içinde yeni bir reformcu liderin veya partinin çıkması ihtimali masaya yatırılabilir. Myanmar’ın geleceğine dair kesin olan tek şey, orduyu siyasetten tamamen tecrit etmeye yönelik hiçbir senaryonun ömrünün uzun olamayacağı gerçeği.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.